Tuval üzeri yağlı boya, 40x50 cm, Çerçeveli
Share
Ask a question
Ask a question
1921'de Bursa - Seçköy, Osmangazi'de dünyaya geldi. Doğduğu köyün 3 yıllık okulunda eğitim gördü. 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken hint keneviri yetiştirmek suçundan cezaevine girdi. Altı ay hapis ve 16,000 lira da para cezasına çarptırılan Balaban, serbest kaldıktan sonra para cezasını ödeyemeyince para cezası üç yıl mahkûmiyete çevrildi. Yeniden girdiği cezaevinde kendini avutmak için resim çizmeye başladı. Yağlıboya alacak maddi imkanı olmadığı için resimlerini zeytinyağına batırdığı renkli kalemlerle yapıyordu.[1] Cezasının bitmesine kısa bir süre kalmışken dört mahkûmun bıçaklı saldırısı ile yaralandı. Cezaevinden çıktıktan sonra babası Hüseyin Çavuş tarafından evlendirilen Balaban, bir tabanca edinip hasmını öldürünce çıktıktan on ay sonra üçüncü kez cezaevine girdi.[2] 1942 ile 1944 ve 1947 ile 1950 yılları arasını Bursa Cezaevi'nde geçirdi. Cezaevindeyken önce babası Hasan Çavuş'un cinayete kurban gittiği; daha sonra da doğumda karısının öldüğü ve çok kısa bir süre sonra da çocuğunun ölüm haberlerini aldı.
Balaban, Bursa Cezaevi'nde şair Nâzım Hikmet'la tanıştı. Onun desteği ve ilgisi sayesinde resim yeteneği ortaya çıktı ve gelişti. "Şair Baba" dediği Nazım'dan, resmin yanı sıra felsefe, sosyoloji, ekonomi-politik konularında pratik bilgiler edindi; Orhan Kemal ile birlikte şairin öğrencileri oldular.[3]
Balaban, 1950'de çıkan af yasası ile Nazım Hikmet ile birlikte serbest kaldı.[2] Hapishane çıkışı kalacak yeri olmadığı için Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın evine taşındı.[1] 1951 yılında Askere alınan Balaban, 1952 yılında askerden dönünce köyüne giderek evlendi; bu evliliğinden iki oğlu ve bir kızı oldu. 1955 doğumlu oğlu Hasan Nazım Balaban da kendisi gibi ressam olmuştur.
İbrahim Balaban, ilk kişisel sergisini 1953'te İstanbul'da Fransız Kültür Merkezi'nde açtı. Sergi, sanat çevrelerinde ve basında ilgi gördü,[3] elli dolayında tablosu satıldı.[2] Sanatçı, uzun süre kendi üslubuyla kırsal resim yaşamını resmetti.
1959 yılında heykeltıraş Vahi İncesu, Mata Kaya Tözge, Kemal İncesu, Avni Memedoğlu ve İhsan İncesu ile birlikte ‘Yeni Dal Grubu’ adı altında bir grup kurdu. Yeni Dal, D grubuna bir tepki olarak kurulmuş olan " Yeniler "grubunun bir devamı niteliğinde idi. Grup üyeleri, 1961 yılında açtıkları sergideki resimleri nedeniyle tutuklandılar, 50 gün sonra beraat ettiler. Grup, 1963 yılında dağıldı. Balaban, grup dağıldıktan sonra da resim yapmaya devam etti.[4]
1979-1980 yıllarında Almanya ve Hollanda’da kişisel sergiler açtı. 1982-1985 arasında çeşitli resim dizileri gerçekleştirdi. Başlıca resim dizileri "Kaldırımlarda Dolaşanlar" ve "Göç", "üretenlerin Suretleri", "Çocukların Sevinci", "Anadolu Kadınları" adlarını taşır. "Geçmişin Masala Duruşu" adlı sergisindeki resimlerde Aşık Garip, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi halk hikâyelerini, Karagöz ile Hacivat'ı, Nasreddin Hoca'yı işledi. Ressam, son olarak desen çalışmalarını 2005'te İstanbul'da sergiledi. Bu desenler Balaban-Yaşamın Çizgileri / Desenler (Remzi Oğuz Yılmaz) adlı kitapta toplandı.
Balaban, 1960'lardan itibaren ressamlığının yanı sıra anı-roman ve denemeler yayımlamıştır. 942-1944 ve 1947-1950 arasında yedi yıl süren Nâzım Hikmet'li günlerini Şair Baba ve Damdakiler (1968) kitabında anlattı. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahneye konan "Aslolan Hayattır" adlı tiyatro oyununda ve "Mavi Gözlü Dev : Nâzım Hikmet" adlı sinema filminde (Yönetmen: Biket İlhan) bu kitaptan alıntılar vardır. Ayrıca kitabı yazar Haldun Çubukçu tarafından oyunlaştırılmış ve yönetmen Ayşe Emel Mesci tarafından sahneye konularak 2011 yılında Ankara Devlet Tiyatrosunda sahnelenmiştir.
Sanatçı 9 Haziran 2019'da Güngören, İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 98 yaşında ölmüştür. Cenazesi İstanbul'da Şişli Camii'nden kaldırılarak memleketi Bursa'ya gönderilerek memleketi Osmangazi ilçesine bağlı Seçköy'de defnedilmiştir.
Balaban, "Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu yapar. (Yani sanatsal biçimini oluşturur.) “ kuramını ortaya koymuş ve sanatını bu kuram üzerine oturmuştur.
Resim eleştirmenleri kendisini "Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten ressam" olarak tanımlarlar. Balaban, sanat hayatını Dağınık, Nakışsı, Ağır Aksak, Oyuncaksı, Tutsak, Özgürlük gibi dönemlere ayırır. Önceleri köy yaşamının yoksulluğunu, köylü üretim araçlarını resmeden sanatçı, giderek destanlara, halk inançlarına, kahramanlarına, söylencelere, mitolojiye uzanır. Giderek kente göçü, kentteki yaşam ve demokrasi mücadelesini ele alır. Son dönemde Anadolu Erenleri ve Bereket Anaları'nı resimler.
1990 yılında yayınlanan İbrahim Balaban-yaşamı sanatı anılar yankılar (Ahmet Köksal) kitabından sonra; resimlerini içeren Balaban-Yaşantının İzdüşümü (Zafer E. Bilgin) 2008 yılında yayınlanmıştır. Oğlu Hasan Nazım Balaban ve Zafer E. Bilgin tarafından hazırlanıp 2009 yılında yayınlanan Balaban-Bir Ressam Yunus Emre kitabı kendisi hakkında yayınlanmış şiir, yazı, makele, kitap ve ansiklopedilerden derlenmiş yazıların toplandığı bir başvuru kitabıdır.
Hapiste birlikte yattığı Nâzım Hikmet de, onun "Bahar" adlı tablosundan etkilenerek "İbrahim Balaban'ın Bahar Tablosu Üstüne" adlı şiri yazacaktır: "İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban'ın /.......... /İşte sürülen toprak / İşte insan: / dağın, taşın, kurdun kuşun efendisi. / İşte çarıkları, işte poturunda yamalar / İşte karasaban. / İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri. / On yıl mapusta yattı ama, kaybetmedi umudunu Balaban. / İşte Seç köyünden Ali'nin kızı geliyor al taylarıyla tarlaya. " Ayrıca Nâzım Hikmet, İbrahim Balaban'ın "Mapushane Kapısı" ve "Harman" tabloları için de birer şiir yazmıştır.
Mart 2008'de vizyona giren Reis Çelik'in yönetmenliğini yaptığı "Mülteci" filminde "Bülbül Hoca" rolüyle yer almıştır.